Samsun Mutlu Son Hizmeti Ebru

Samsun Mutlu Son

Samsun Mutlu Son  Tıka basa yiyip doydukları için, onun

derecikler benzer biçimde akan terine kondular, içtiler. Burun deliklerini

gıdıkladılar, bacaklarının üstünde birdirbir oynadılar. Sinekler

yarı karaydılar, yarı ışıldayan yeşil ve sayısızdılar. Simon’un

önünde, değneğe takılı duran Sineklerin Tanrısı, sırıtıyordu.

Sonucunda Simon dayanamadı; başını kaldırıp, Sineklerin

Tanrısı’na baktı. Beyaz dişleri gördü, donuk gözleri gördü,

kanı gördü. Simon’un gözleri, o çok eski, o yadsınmaz bilgiyi

kabul etti. Simon’un sağ şakağında bir damar, beynini

dövercesine zonklamaya başladı.

Ralph ile Domuzcuk kuma uzanmış, ateşe bakıyorlar;

duman çıkarmayan korların içine, küçük çakıl taşları

Samsun Mutlu Son

atıyorlardı.

“O dal sonlandı.”

“Eric’le Sam nerede?”

“biraz daha odun taşımamız gerek. Yeşil dalımız da

kalmadı.”

Ralph, içini çekip ayağa kalktı. İskele biçimindeki büyük

kayanın üstündeki hurma ağaçları gölgesizdi. Her bir taraftan

birden geliyormuşa benzeyen garip bir ışıktan başka bir şey

yoktu. Ta yukarılarda, şişip kabaran bulutlar arasında, bir top

atılırcasına gök gürledi.

“Bardaktan boşanırcasına yağmur yağacak.”

“Ya ateş?”

Ralph ormana koştu; dev gibi bir yeşil dalla geri döndü;

dalı ateşe attı. Dal çatırdadı, yapraklar kıvrıldı, sarı bir duman

yayıldı.

Domuzcuk parmaklarıyla, gelişigüzel bir minik biçim çizdi

kumda:

“Dert şu ki, ateşi besleyecek kadar kalabalık değiliz. Eric’le

Sam bir tek birey sayılıyor; çünkü her şeyi beraber yapıyorlar

onlar.”

“elbette.”

“fakat bu doğru değil. Anlamıyor musun? İki kişiymiş benzer biçimde

çalışmaları gerek.”

Ralph bunu düşündü; Domuzcuk’un doğru söylediğinianladı. Bir yetişkin adam benzer biçimde düşünemediğinin farkına

varınca, kendi kendine kızdı, gene içini çekti. Gittikçe daha

kötü oluyordu bu ada.

Domuzcuk ateşe baktı:

“Yakında bir yeşil dal daha gerekecek.”

Ralph yuvarlanıp sırtüstü yattı:

“Domuzcuk. Ne yapacağız?”

“Durumu onlarsız yönetim edeceğiz.”

“ama ateş…”

Ralph kaşlarını çatıp, yanmamış dalların karışık beyaz ve

kara uçlarına baktı. Düşüncesini tam olarak belirtmeye çalıştı:

“Korkuyorum.”

Domuzcuk’un başını kaldırıp ona bakmış olduğunın farkındaydı.

Beceriksizce konuşmasını sürdürdü:

“Canavardan değil korkum. Doğrusu ondan da korkuyorum ama

ateş sorununu hiç kimse anlamıyor şeklinde. Sen boğulurken, biri

sana bir ip uzatsa; bir hekim, bu ilacı iç, çünkü içmezsen

ölürsün dese… Verdiklerini alırsın öyle değil mi? Yani bunu

demek isterim.”

“Alırım, elbette.”